Klasik Rus yazarlarından Fyodor Mihayloviç Dostoyevski'nin bütün hikayelerini, geçen iki yıl içinde altı kitap halinde yayınlayan Helikopter Yayınları, aynı akışı, Lev Nikolayeviç Tolstoy ile sürdürüyor. Hazal Yalın'ın çevirmenliğiyle geçen ay Tolstoy'un yedi hikâyesinin toplandığı Balodan Sonra'yı, bu ay Yolcu ve Köylü takip ediyor. Bu iki kitap Tolstoy'un, 2015'te yine Helikopter Yayınları'ndan çıkan, Tipi'sinden farklı; çünkü usta yazarın 28 yaşındayken yazdığı üç uzun hikayesinin aksine, yaşamının son dönemlerinde yazdığı ve bir kısmını dilimizde ilk defa okuduğumuz hikayelerden oluşuyor.
DEVASA BİR ÖMÜR
Hayatının bir bölümünü serkeş ve savurgan, diğer bir bölümünü idrak ve arayış ve son bölümünü aradığını biraz da olsa bulmuşluğunun inancıyla geçiren Tolstoy'dan çarpıcı hikayeler okumak sürpriz değil; üstelik bir kısmı gerçek. Sanıyorum ki sanatçıların zihnimizde başarılı bir şekilde canlandırmamızı sağladıkları hadiselerin de, ustaca kullandıkları kelimeler sayesinde içselleştirdiğimiz duyguların da salt bir hayal ürünü olduğuna çoğumuz inanmayız. Söz konusu edebiyatın üstatlarından Tolstoy olunca, kendimizi, çevirdiğimiz her yeni sayfada bahsi geçen karakterin ya da olayın içinde bulmak hiç zor olmuyor. Tolstoy en güç kısmını sırtlanarak işin, bize kolay tarafını bırakıyor. Bu kuvvetli edebi kimlik içinde onu yaşatmaya devam eden şey, kuşaktan kuşağa canlı kalmayı başaran eserleri. En dikbaşlı, en isyankar olduğu zamanlarda dahi, açığa çıkmayı bekleyen bir inancın vücuda gelmesini bekleyen arayış adamını ölümsüz yapan şey, yalnızca okuyarak, araştırarak, düşünerek kat ettiği uzun bir yolun yolcusu olmak değil; çünkü çıktığı kaldırımlarla da, indiği yokuşlarla da bu yol sadece onundu. Diğerlerini yani bizi yoluna arkadaş yapmayı başaran en büyük kozu, kalemi...
HUGO'NUN ŞİİRLERİNDEN...
Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden biri olan Tolstoy'un Balodan Sonra kitabındaki Yoksul İnsanlar'ını okurken, tüm varlığını bir kenara bırakarak yerleştiği köyünde, köylüler gibi giyinip onlar gibi tarla sürerken gitgide bulmaya yaklaştığı 'anlam'ını anımsıyorum. Usta yazarın büyük bir zenginliğe rağmen, verdiği radikal karardan hayatı boyunca memnun kalmasındaki sırrı, hikayedeki tüm fakirliklerine rağmen zaten beş evlatları olan Jana ve kocasının, ölen komşularının çocuklarını da yanlarına almasındaki yüce gönüllülükte buluyorum. Victor Hugo'nun aynı adlı şiirinden bir nesir uyarlaması olan Yoksul İnsanlar'ı Tolstoy'un bu kadar çok seviyor oluşunda, bütün servetini köylülere dağıtıp onlar gibi yaşamaya başlamasındaki erdemliliği vardır belki. Hugo'nun şiirini nesirleştirmek Tolstoy'un yaptığı ilk şey değil. O, kendisi gibi büyük usta olan yazarın İç Savaş adlı şiirini de hikayeleştirdi: Çocukluğun Gücü. Halk tarafından kurşuna dizilmek üzere olan bir polisin, küçücük oğlu tarafından kurtarılmasının öyküsü bu ve aynı zamanda halka baskı ve şiddet uygulayan bir güvenlik gücünün, yine aynı halk tarafından bağışlanmasının... Bu hikayeyi kaleme alırken İtiraflarım eserinde açığa vurduğu duygusunu da hatırlamış olmalı Tolstoy. Ailesini küçük yaşta kaybetmiş olduğundan, teyzesinin yanında yetiştiği yıllara dair olan duygularını yani: (teyzesi için) Benim için ikinci bir arzusu da, teğmen olmam, hem de Çar'ın maiyetinde. O yılları dehşete düşmeden, iğrenmeden ve yüreğimde derin bir sızı duymadan hatırlayamıyorum. Savaşta insanlar öldürdüm, insanları düelloya zorladım, kumarda para yedim, köylülerin çalışmalarını engelledim, onları cezalandırdım, sefih bir hayat sürdüm!
KENDİNİ HATIRLATAN TOLSTOY
Tanrısal Olan ve İnsani Olan hikayesindeyse, Tolstoy'u, idam cezasına çarptırılmış Svetlogob'un annesine yazdığı mektubun satırlarında görüyorum: "Ölümden korkmuyorum. Doğrusunu söylemek gerekirse, onu anlamıyorum, ona inanmıyorum. Eğer ölüm ve yok oluş varsa, otuz yaşındayken ölmekle birkaç dakika geç veya er ölmek arasında ne var ki? Ve ölüm yoksa da eğer, o vakit de er olsun ya da geç, hiç önemi yok." Geçmiş eserlerinden Ölüm Manifestosu'nda okuduğumuz İvan İlyiç'in Ölümü'nde, hasta yatağında ölümü beklerken "Herkes buna nasıl dayanıyor?" diye diye kalan zamanını da bu korku içinde geçiren İvan'dan çok farklı Svetlogob'un ölüme bakışı. Tolstoy'un hayatının son demlerindeki bir ses kaydında demesi gibi, "Yaşamın bedende değil de ruhta olduğunu fark ettiğinizde artık ölüm yoktur. Sadece bedenden kurtuluş vardır. Ruhumuzda, ölümün ötesinde bir şeyler görürüz. Zihninizde neyin bedensel olmadığını ayıklayın. O zaman, içinizde neyin ölümsüz olduğunu anlayacaksınız." Belki de Svetlogob ölümsüzlüğü, cesaretinde bulmuştu.
"ÖLMEK GELMİYOR İÇİMDEN"
Yolcu ve Köylü kitabında beni etkileyen en muteber tespitlerinden birini, izlenimlerinden oluşan Köyde Üç Gün hikayesiyle yapıyor Tolstoy. Köylü ve işçi sınıfının gücünden korkuyor olmakla nitelendirdiği hükümet yetkilileri hakkında şöyle söylüyor usta yazar: "Ama bu insanları uyaran korku duygusunun dışında başka bir duygu daha var; ve bu, korkudan çok daha gerekli bir duygu: utanç ve acıma duygusu." Öyle değil mi gerçekten? Dünya üzerindeki bütün kaba kuvvetlerin içinde, bizler onları merhametsizlikle suçlarken dahi, bir utanç duygusu sakladıklarını düşünürüm. Belki de onları daha da kabalaştıran şey, o utancın üstüne daha güçlü bir kötülükle giderek bu duyguyu alt edebileceklerine inandıkları zavallı ve gülünç çaresizlik! Tolstoy'un zihnimi harekete geçiren bu saptamasının yer aldığı hikayenin, 1910'da broşür halinde yayımlanarak insanlara ulaşması, Moskova sansür komitesi tarafından engellendi. Sınıf düşmanlıklarını tahrik eden ve hükümete karşı düşmanca bir tavra çağıran yorumların bulunduğu iddiasındaki muktedirler, broşürün bütün nüshalarını yok etme kararı alsa da, bu hikaye 110 yıl sonra yine karşımızda işte. Canlı, kanlı bir Tolstoy! Hiç ölmemiş evet Yoldan Geçen Biriyle Söyleşi hikayesinde öylece durdurmuş gibi zamanı: Muhteşem bir sabah, güneş daha yeni açmış ağaçların arasından, hem otların hem ağaçların üzerindeki çiğ taneleri ışıldıyor. Her şey hoş, herkes hoş. Öyle güzel ki, ölmek gelmiyor içimden. Aynen, içimden ölmek gelmiyor.