Edebiyat yolculuğunun henüz ortaokul sıralarındayken başladığını söyleyen Deniz Çömez, "Edebiyatla haşır neşir olmam ortaokul döneminde soluksuz okuduğum macera dolu kitaplarla başladı. O dönemde gerçek hayattaki monotonluğu kitap okuyarak kendimce aksiyona çeviriyordum. Kimi zaman matematik dersinde en arka sıraya geçip roman okuyordum. Bu yüzden ilgili dersin hocasından çokça azar ve dayak yediğim de oldu. Böylece zaman benim için daha hızlı ve adrenalin dolu geçiyordu. Yani edebiyatın tüketici tarafındaydım. Ta ki Çok Kişili Yalnızlık'ı kaleme alana kadar." dedi.
"Okurlar, her insan gibi hataları olan bir roman karakteri ile tanışmak istiyordu"
Eserinin kısa zamanda özellike genç okurlar tarafından gördüğü ilginin nedenlerine de değinen Çömez, "Sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla, binlerce kişi ile arkadaş olup gerçek hayatta yalnızlığa gömülüyoruz. Bu bir nevi çok kişili yalnızlık. Yani birçoğumuzun yaşadığı bir durum. Hâl böyle olunca insanlar kitapta kendilerinden bir parça bulmuş olmalılar. Diğer taraftan okurlar idealize edilmiş, mutlak iyi roman kahramanlarından ziyade her insan gibi hataları olan bir roman karakteri ile tanışmak istiyordu ve Özgür de bunlardan biriydi." diye konuştu.
Genç yazar, ilhamını ise geçtiği zorlu süreçlerden aldığını söyledi: "Yaşadığım talihsiz bir olay nedeniyle bir süre hayattan izole yaşadım. Kendimi odama kapattım ve üç ay boyunca o odanın dahi dışına çıkmadım. Yalnızca doğal ihtiyaçlarımı karşılıyor, az yiyor, çok düşünüyor ve yazarak yaratıyordum. Telefonum kapalıydı. Kimseyle iletişime geçmiyordum. Buna ailem de dahildi. İçine düştüğüm bu bohem hava, beni yazmaya bağladı."
"Kıyıya vuran maviliklere kulak verdim"
Eserinde ağırlıklı olarak yalnızılık kavramını irdeleyen Deniz Çömez, yalnızlığın rengine dair vardığı kanıyı ise şöyle açıkladı: "Mavi denizi temsil ediyor, deniz de insanın iç dünyasını. Sahil, yalnızlıktan şikâyetçi olmadığımız ender yerlerdendir. İnsan denizle dertleşir. Biraz o denizi dinler biraz da deniz onu… Ben de insanın utanıp sıkılmadan, özgürce yalnızlığını haykırdığı o uçsuz bucaksız sahillerin sakladıklarını eşeledim biraz ve kıyıya vuran maviliklere kulak verdim."
"Susmak bana yakışmazdı"
Okurları tarafından bir yer altı edebiyatçısı olarak da tanımlanan Çömez, bu kanının sebeplerine de değindi. Genç yazar, "Öğrencilik yıllarımdan bu yana yaşamın bana sunduğu koşullar hep çalışmak üzerineydi. Benzin istasyonunda pompacılıktan toplumun tekin görmediği kimi mekanlarda garsonluğa kadar birçok iş tecrübem oldu. Buralarda çalıştığım dönemlerde pek çok gerçek hayat hikâyesine tanıklık ettim. Gördüklerim, şahit olduklarım genellikle toplumun dışlanmış kesimine ait hikâyelerdi. Bu hikâyeler gözümün önünde cereyan ederken bana susmak yakışmazdı. Ben de buralardaki hayatları olduğu gibi aktarmaya karar verdim. Dolayısıyla toplumun karanlık sokaklarını işlerken de alışılmışın dışında, aykırı bir kalem kullanıyorum. Öyle sanıyorum ki bu nedenle edebiyatta da bu sınıfa dahil edildim. Ama adı ne olursa olsun, siz ister yer altı edebiyatı ister insan belgeseli deyin buna, toplumda var olan, geri plana atılmış, üzeri kapatılmaya çalışılan olayları birilerinin gün yüzüne çıkarması gerekiyor. Toplum kabul etmese de bunlar yaşanan gerçekler ve sanat, kurguyla harmanlanarak her zaman olduğu gibi toplumdan beslenmeye devam ediyor, edecek de. Bence; genel geçer ahlak kurallarına, inanca, yönetim biçimine, suya sabuna dokunmaktan korkan edebiyatın aksine, korkusuzca elini taşın altına koyanlar birer yer altı edebiyatçısıdır." dedi.
Okurlarına, kaleminden çıkmayı bekleyen yeni hikayelerin olduğunu da müjdeleyen Çömez, sözlerini "İlk kitabım, bireysel bir izole hayat yaşadığım dönemde meyve verdi. Ardından dünya olarak girdiğimiz karantina süreci yeni bir ürün daha ortaya koymamı sağladı. Şu an ise demlenme aşamasında. Oldu dediğim zaman ve kendimi psikolojik olarak hazır hissettiğim dönemde yavaş yavaş basım aşamasına doğru geçecektir." diye noktaladı.