Selahattin Yusuf

03 Aralık 2012, Pazartesi

Temel bir gün

… yolda yürürken bir Musevi görmüş. Ensesine tokadı aşk etmiş. Adam dönüp "noluyo lan!" demiş, hiddetle. Temel, kaşları hâlâ çatılı; "Siz peygamber eldureymişsunuz ya lan!" diye çıkışmış üste olarak. Adam durmuş, düşünmüş, önüne bakmış.. sonra; "İyi ama iki bin yıl önceydi o, manyak!" diye daha da sinirlenince, Temel; "Beni ilgilendirmez, ben böğun duydum!" deyivermiş!

Bazı şeyleri "Yeni duymazsak" o şeyleri düşünmüş veya düşünüyor da olamıyoruz sanki. Musevi amcanın suratında patlayan tokadın kızıl maskesi, Temel'in -hayli zaman dağlarda gezinmiş- anakronik hümor-u hiddeti, aslında bir bilginin/olayın/durumun tazelenmesinin yaratacağı etkiyi tastamam anlatıyor.

Bazı şeyleri "yeni duymak" bazı soruları yeniden sormak anlamına geliyor. Mesela, Diyarbakır-Sur'da görevliler eski bir cezaevini müze yapmaya kalkmışlar. Konudan haberiniz vardır. Eşeledikçe kırılmış kafatasları çıkmış. Kemikler. Meğer ol mekânın tahte'l sathında toplu mezarlar varmış. Buyurun! Fantastik -acemi- roman yazarlarının hülyaları filan değil bunlar. Peki. Yıllardır bir yığın insan bas bas bağırmıyor muydu, oraların bilinçaltında mezarlar vardır diye. E, varmış işte. Suratımızda tokat gibi patladı şimdi. Kaldı ki, Orhan Miroğlu'nun yazdıklarını -sadece onun yazdıklarını bile- okuyan hangi insan o toprakların ırkçılar tarafından kana boğulmadığını söyleyebilir ki. Ne demişti üstad-ı azam Emile Zola, ünlü "J'accuse!" (Suçluyorum!) isimli makalesinde, Yüzbaşı Dreyfüs'ü savunmak için: "Hakikati inkâr edebilirsiniz, onu toprağın altına da gömebilirsiniz (vurgu benim, haliyle -SY); ama bilin ki Hakikat, toprağın altında yaşamaya devam edecektir ve günü geldiğinde toprağın üstüne çıkmayı da bilecektir!" Fransız ordusu uzun tartışmalardan sonra haklı ve masum Yahudi Dreyfüs'e apoletlerini tıpış tıpış geri takacak, Emile Zola zorla çıkarıldığı yurtdışı gezisinden nihayet ülkesine geri dönecektir.

İsrail Genelkurmayı: "Ağlamadık!"

Apoletlerini omuzlarına haklı bir savaşın değil, haklı bir zaferin değil, haklı bir cesaretin değil, haklı bir kahramanlığın değil; dünya sermayesinin taktığı İsrail Genel Kurmay Başkanı, İran'da kısa süre önce -her haliyle MOSSAD kokan bir tertiple- katledilen bilim adamının ardından dedi ki; "Kimin öldürdüğünü bilmiyorum; ama gözlerimin hiç yaşarmadığını söyleyebilirim." Bu dördüncü suikast oldu. Herkes İsrail'den şüpheleniyor. Meseleyi herkes biliyor zaten. İran nükleer enerji programını durdurmalı! Peki niçin? Bazı şeyleri yeni duymuş gibi, Temel gibi, içimize şüphesi yeni düşmüş gibi, çocukça ve basitçe sormalıyız: Neden İsrail'in nükleer silahları var? İran'ın neden olmasın? Geçenlerde İlber Ortaylı hoca, çok haklı olarak şunu söyledi A Haber TV ekranında: "Bazı hukuk ilkelerinin" dedi, "tarihte insanlık adına anayasalardan daha önemli işler başardığını kabul etmeliyiz. Mesela Habeas Corpus ilkesi.." Ne güzel. Peki, herhangi bir suçun -bana kalırsa nükleer silah sahibi olmak başlı başına bir insanlık suçudur- sadece bazı ülkelerin günah defterine yazılması, bugüne kadar insanlık adına ortak üretilmiş bütün değerlerin, ilkelerin, duyguların, düşüncelerin erozyonu anlamına gelmiyor mu? İsrail -edinilmesinde ve korunmasında hiç alın teri dökmediği ortak insanlık duygusunun ve düşüncesinin semeresini bu kadar kolay nasıl harcayabiliyor?

Bu nükleer işinde gözden kaçan ve tartışmaların içinde pek göremediğimiz bir şey daha var. Pakistan. Pakistan'ın -insani amaçlı olmayan- nükleer başlıklı füzelerinin olduğu malum. Peki, neden Pakistan'a bu kadar büyük bir tazyik yönlendirilmiyor? Siz öyle zannedin! Pakistan'ın asla siyasi istikrara kavuşamaması, belini bir türlü doğrultamaması neyle açıklanabilir? Pakistan ordusu -belki de bu yazı yayımlandığında- muhtemeldir, darbe yapmış bile olabilir ülkede. Neden? Çünkü İsrail-Dünya sistemi Pakistan Ordusu'nu artık tek görevle tavsif etmiş durumda: Nükleer silahların bekçiliği! O silahlar GERÇEKTEN Pakistan'ın olmamalı. Pakistan gibi periferi ülkelerinde "ne yapacağı asla belli olmayan sivil inisiyatiflerin" eline geçmemeli. Halktan uzak tutulmalı. Yoksa tehdit hazır: Askeri darbe.

"Ağlamayan" İsrail, bir yandan Auschwitz üzerinden Dünya Trajedi Rekoru'nu müzesinde arsızca ve kıskançlıkla sergiliyor; öte yandan trajediler üretmeye devam ediyor. Hayır, Gazze'yi demiyorum. "Gazze" denildiğinde artık zihnimizde uyanan ilk imgenin bir "alışkanlık" olmasının önüne geçebileceğimiz zamanları geride bıraktık. Maalesef. Şu ünlü "İnsanlığın ortak değerleri"ni söylüyorum. Gazzeli bir yönetmenin filminin, mesela İtalya'daki küçük bir festivale gitmesine izin vermiyor. Ambargo koyuyor. New York'ta gösterimden kaldırtıyor. Roger Garaudy'nin kitabını Paris'te yasaklattırıyor. Bunların hesabını bir gün Temel'in biri soracak ama, eminim.

19 OCAK- 01 ŞUBAT 2012

SON DAKİKA