Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HİLAL KAPLAN

İstanbul Sözleşmesi’ne gelince dilini yutanlar

İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011'de, İstanbul'da yapılan Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açıldı. Türkiye adına imza atan dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu idi. Kendi deyimiyle "şahsi meselesi" olan sözleşme, 14 Mart 2012'de Meclis onayına sunuldu. Sonuç: AK Parti, CHP, MHP ve BDP'nin oybirliğiyle, yani sıfır ret oyuyla Meclis'te onaylandı.
Meclis'ten oybirliğiyle geçen sözleşmeyi bugün çoğunluk ya sahiplenmiyor ya da sessiz kalmayı tercih ediyor. Zira sözleşmeyi yasaya dönüştüren 6284 nolu kanuna büyük itiraz var. Sebeplerini dünkü yazımda açıklamaya çalıştım.
Bu konuda en çok hedefe konan kurum ise şüphesiz KADEM. Her ne kadar sözleşme imzalandıktan iki yıl sonra kurulmuş olsa da... Hatta bazıları hızını alamayıp, Başkan Yardımcısı Cumhurbaşkanımızın kızı olan bir kuruma 'Sorosçu' iftirasını bile atabildi! Sözleşme konusunda kendilerine katılmasam da görüşlerine yer vermeyi gerekli buldum. KADEM Başkanı Dr. Saliha Okur'un açıklamasını aynen aktarıyorum.

***

KADEM: Aileye zarar verecek her türlü eyleme karşıyız

KADEM Başkanı Saliha Okur Gümrükçüoğlu'nun açıklaması şöyle:
Gittikçe küreselleşen dünyada iletişim teknolojilerinin geliştiği ve yaygınlaştığı son yıllarda toplumların yaşadığı en büyük sorunlardan biri şüphesiz yerel dinamiklerin daha kolay çözülebilir hale gelmesi. Kontrolsüz pompalanan bireysellikle beraber güçlü geleneklerle ve sorumluluk duygularıyla birbirine bağlı Türk aile yapısının hasar alması söz konusu. Dünyada kavramsal olarak sorgulanan aile anlayışının sorgulanmasının sonuçlarını bizler de toplumumuzda zaman zaman marjinal gruplar üzerinden gözlemliyoruz. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş hocamızın hutbesinde söyledikleri üzerinden koparılan fırtına bunun bir tezahürü örneğin. Oldukça proaktif bu gruplar hiçbir fırsatı kaçırmıyor, kendi varlık ve inanışlarına alan açmaya gayret ediyorlar. Kavramları ve literatürü de ifsad ederek uzun vadeli zihniyet değişimini sağlamaya çalışıyorlar.
Bu tür söylemleri yaygınlaştırma çabası öyle boyutlara ulaşıyor ki, politik ajandalara "çocuklar" dahi alet ediliyor. Düşüncesizce istismar edilen bu çocuklar, haklarını savunma adı altında cinsiyetsizlik söylemlerine malzeme oluyor. Hatta bu kavramların ifsadı bazı uluslararası anlaşmaların yanlış yorumlanmasına da sebep oluyor. İstanbul Sözleşmesi bunlardan biri. Baştan aşağı şiddetle ilgili bir uluslararası çerçeve metin olan bu sözleşme iç hukukumuzda 6284 sayılı yasa ile uygulanma kabiliyeti buluyor. Bunun dışında bir karşılığı olmayan bu metinle ilgili yanlış bir takım bilgiler kulaktan kulağa aktarılıyor.
Bizim inanç ve değer sistemimizde bir insanın şiddete uğramasına, hele ki uğradığı şiddet sebebiyle hayatını kaybetmesine rıza göstermek yoktur, asla olamaz. Bu çok büyük bir vebaldir. Söz konusu sözleşme de Avrupa Konseyi tarafından kaleme alınmış kadına ve aile içi şiddete karşı mücadeleyi amaç edinen bir sözleşmedir. Taraf devletlere, kendi iç hukuklarında şiddetle mücadele etmeye matuf kanunlar oluşturmasını tavsiye ediyor. Bilindiği üzere uluslararası sözleşmeler tek bir millet düşünülerek kaleme alınmaz, bütünüyle tek kültürün dinamiklerini içermez. Nitekim Türkiye'nin taraf olduğu pek çok uluslararası sözleşme de böyledir. Mesela, ekonomik işbirliği sözleşmeleri, UNESCO sözleşmesi vs. gibi.

Sözleşme eşcinselliği meşrulaştırmıyor
Sözleşmede şiddetten korunması gerekli olan gruplar sayılırken "cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, din, dil, siyasi veya başka görüş, ulusal ve sosyal köken.... cinsel yönelim...." gibi pek çok grup zikredilmiştir. Bunun anlamı zikredilen hiçbir grup, kendi bulundukları özellikler yüzünden şiddete uğrayamaz demektir. Böyle bir durumda devlet bu grupların her birini korumakla görevlidir. Hiçbir değer yargısı ve örfi uygulama da bu gruplara şiddet uygulanmasının mazereti olamaz. Aksi takdirde herhangi birinin, istediği kişiye şiddet uygulayıp akabinde "cinsel yönelimi farklıydı ben de o sebeple öldürdüm ya da darp ettim" demesinin önüne kim geçebilir?
Yine sözleşmede geçen "toplumsal cinsiyet" ibaresi de eşcinsellik ya da cinsiyetsizleştirme demek değildir. Toplumsal Cinsiyet, kadın ve erkeğe, biyolojik cinsiyet özelliklerinden farklı olarak, toplumların, kültürlerin yüklediği verili rol ve görevleri ifade etmek için kullanılır. Cinsiyet kadın ve erkektir, zorlama formlardan bahsetmez. Dolayısıyla sözleşme üçüncü bir tür oluşturmaya veya eşcinselliği meşrulaştırmaya yönelik herhangi bir anlam ya da bu yönde bir hüküm içermemektedir.

Aslolan şiddetle mücadele
Ancak pek çok diğer sözleşme gibi İstanbul Sözleşmesi de bir tabu, değişmez bir metin değildir elbette. Aslolan kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadeledir. Kadına şiddet vakalarının sona ermesi için kapsamlı hukuki düzenlemelere olan ihtiyaç aşikârdır. Bu sebeple İstanbul Sözleşmesi çerçeve bir üst metin olarak değerlendirilmiş, gerekli düzenlemeler iç hukukta bizim kültürümüze uygun biçimde yapılmıştır.
Bizler KADEM olarak sağlıklı nesillerin ve güçlü toplumların yaradılış fıtratımıza uygun olarak kadın ve erkekten müteşekkil ailelerle oluşacağına, çoluk çocuk ayırt etmeden alternatif zorlamaların nesli ifsada ve dolayısıyla gelecekte yok olmaya sebep olacağına inanıyoruz. Bu tür suistimalleri de şiddetle kınadığımızı belirtiyor, aile bütünlüğüne zarar verecek her türlü eyleme karşı olduğumuzu bu vesileyle bir kez daha vurguluyoruz."

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA