Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MURAT YILMAZ

Sahadan masaya, masadan sandığa Cumhur İttifakı

15 Temmuz darbesine karşı direnişle sahada başlayan fiili ittifakın, masada siyasi bir ittifaka dönüşmesiyle Cumhur İttifakı karşımıza çıktı. !5 Temmuz öncesinde Gezi olaylarıyla başlayan 17/25 Aralık hukuk darbesi teşebbüsüyle devam eden, darbe mekaniğini kanla harekete geçirmek için HDP desteğiyle PKK'nın çukur eylemleriyle gelişen ve nihayet 15 Temmuz ile askeri darbe teşebbüsüyle sonuçlanan darbe süreci Türkiye'yi bir dönüm noktasına getirmiştir…

Türkiye'nin İsrail'e dünyanın gözü önünde hayır demesi ve Arap Baharı'yla başlayan süreci Irak ve Suriye başta olmak üzere Türkiye'nin komşularını bölmek, Ortadoğu'da Skyes-Picot ile çizilen sınırları Türkiye'ye rağmen yeniden çizmek için kullanmak isteyen ülkelerin varlığı, Türkiye'yi dış politikada da bir yol ayrımına sürüklemiştir… Türkiye'nin iç ve dış politikadaki gelişmelerinin değerlendirilmesi, bütün siyasi parti ve hareketleri yenden bir durum muhakemesine zorlamıştır.

Bu durum muhakemesinin sonucunda Türkiye'nin demokratik yönetiminin, müşterek milli kimliğinin ve devlet kapasitesinin saldırı altında olduğu ve bu saldırıların nihai hedefinin Türkiye'nin bekası olduğu teşhisini paylaşan AK Parti ve MHP'nin taktik beraberlik ötesinde, siyasi ve stratejik bir ittifakla bu saldırı ve tehditlere karşı mücadele azmi ortaya çıkmıştır. Cumhur İttifakını, mümkün ve elzem kılan bu siyasi durum değerlendirmesi ve stratejik hesaplardır. Bu temel üzerine inşa edilen siyasi paradigmayı kavramadan, Türkiye siyasetini, Cumhur İttifakını ve aktörlerini tahlil etmek manasız bir teşebbüs olacaktır.

Cumhur İttifakı daha adı konulmadan Türkiye'nin bekasına yönelik saldırılara karşı önce 15 Temmuz ile beraber demokratik yönetimi muhafaza etmek, müşterek milli kimliğe sahip çıkmak ve devlet kapasitesini güçlendirmek için sahada darbeye karşı mücadeleyle başlayarak demokrasi nöbetlerinde gerçekleşen güç birliğinin devam edeceği bir yolda teşekkül etti… Böylece evveliyetle FETÖ, PKK ve onların arkasındaki uluslararası güçlerin siyasi istikrarı bozmaya yönelik tertipleri boşa çıkarıldı. Çok kısa sürede FETÖ ve PKK Türkiye sınırları içinde tehdit olmaktan çıkarıldı ve Fırat Kalkanı Harekatı'yla Suriye'de bir oldubittiye izin verilmeyeceği dünyaya ilan edildi. Bu dönemde AK Parti'nin yasama ve yürütmedeki gücüne rağmen, MHP'nin açık desteği, siyasi ayak oyunlarına izin vermeyen bir ezici bir çoğunluk ve elitler için de demokrat bir yol oluşturdu.

Bununla beraber halkoyuyla seçilen Cumhurbaşkanı'nın arkasındaki siyasi güç olan siyasi partisiyle ilişkisinin hukuken kopmuş olması ve yürütmenin Başbakanlıkla Cumhurbaşkanlığı arasında bölünmüş olmasının yaratabileceği riskler, siyasi istikrarı potansiyel olarak tehdit etmekteydi. Bu durum karşısında, tedbir olarak AK Parti ile MHP'nin görüşmeleri neticesinde siyasi istikrarı garanti altına alacak, yaklaşan uluslararası krizlere karşı yürütmeyi birleştirecek bir Cumhurbaşkanlığı sisteminde karar kılındı. Bunu takiben 17 Nisan 2017'de yapılan halkoylamasıyla anayasa değişikliği kabul edildi. Böylece öncelikle Cumhurbaşkanı'nın partisiyle hukuki ilişki kurmasına imkan verilerek sistemdeki çarpıklığın önüne geçildi. 24 Haziran 2018'de yapılan erken genel seçimle Cumhurbaşkanlığı sisteminin uygulanacağı ilk seçimler gerçekleşti. Böylece 15 Temmuz'da sahada başlayan masada devam eden ittifak, 17 Nisan halkoylamasından sonra 24 Haziran genel seçimlerinde de Cumhur İttifakı ile sandıkta devam etti.

Türkiye Cumhur İttifakının sistem değişikliği, reformları, güç birliği ve söylem birliği sayesinde 27 Mayıs darbesiyle içine girdiği parçalanmış yürütme, vesayet kurumlarının hakimiyeti ve Türkiye'nin temel meselelerini seçilmiş siyasi otoritenin çözemediği anayasal ve siyasi sistemden kurtuldu. Burada 3 Kasım 2002'den bu yana AK Parti'nin yaptığı reformlarla beraber, Cumhurbaşkanlığı sisteminin mevzuat düzeyinde değişikliği geriye dönülmez bir noktaya taşıdığının altını çizelim. Ancak eski sistemin tasfiyesi ve yeni sistemin oturması anayasa değişikliğini aşan mevzuat değişikliğine, siyasi anlayış, tatbikat ve tecrübeye ihtiyaç duymaktadır. Cumhur İttifakının devamlılığı, bu bakımdan hayatidir. Bu şekilde Cumhurbaşkanlığı sisteminin arkasında güçlü bir siyasi dinamik olduğu dosta düşmana gösterilmektedir. Türkiye'ye yönelik devam edegelen ekonomik manipülasyonlar, dış politika engelleri ve iç politikadaki siyasi mühendisliklerin önünü ve ümidini kesen Cumhur İttifakının kararlılığıdır. Bu tür her krizden güçlenerek çıkan İttifak, liderlerin siyasi aklı ve siyasi nezaketleriyle derinlik kazanmaktadır. Çünkü Cumhurbaşkanlığı sistemiyle tesis edilen anayasal siyasi istikrar Cumhur İttifakıyla siyaseten tahkim edilmekte, bu da Türkiye'ye seçimsiz istikrar içinde bir dönem temin etmektedir. Bu istikrar dönemi ekonomide, iç ve dış politikada Türkiye'nin problemlerini çözecek güç ve zaman anlamına gelmektedir.

Bu bakımdan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin gösterdikleri olağanüstü liderlikle tahkim ederek gelştrdikleri Cumhur İttifakı FETÖ, PKK, DEAŞ gibi ciddi problemleri Türkiye içinde büyük ölçüde çözmüştür. Türkiye'nin hala içeriden ve dışarıdan devam eden darbe imaları ve tehditlerine rağmen, 15 Temmuzla birlikte demokratik yönetimini muhafaza edebilecek bir kabiliyette olduğu da açıkça görülmüştür. Müşterek milli kimliğe yönelik saldırıların beli de büyük ölçüde kırılmıştır. FETÖ'nün yarattığı tahribata ve FETÖ, PKK, radikal sol ve Türkiye düşmanı lobi ve istihbarat kuruluşlarının aleyhteki kampanyalarına rağmen, devlet kapasitesi her alanda kendini ispat etmiş bir başarıyla bu büyük imtihandan çıkmıştır. Irak, Suriye, Doğu Akdeniz ve nihayet koronavirüs salgını karşısında Türkiye'nin devlet kapasitesinin ne kadar güçlü olduğu içeride ve dışarıda inkar edilemeyecek bir şekilde görülmüştür. Türk milletinin askerliği aşan bir şekilde her türlü idari alanda başarıyla sergilediği teşkilatçılık vasfının bugün dahi dünya ölçeğinde takdir edildiği ve örnek alındığı görülmektedir. Cumhurbaşkanlığı sisteminin kriz çözme kabiliyetiyle birleşen bu teşkilatçılık vasfıyla Türkiye, sadece yabancı güçlerin desteğini alan merkez kaç güçlerin ve devlet dışı aktörlerin etkisinin arttığı Ortadoğu'dan değil, birçok Batılı ve güçlü dünya ülkesinden de olumlu bir şekilde ayrışmaktadır.

Türkiye henüz Cumhur İttifakını mümkün, elzem ve hatta şart kılan paradigmanın problemlerini tam olarak çözülmüş değildir. Ancak Türkiye'nin 15 Temmuz'dan sonra süratle önce evinin içini düzenlemesi ve bilahare Ortadoğu'da kendine rağmen ve kendi aleyhine gelişmeler karşısında icap ederse Batılı müttefiklerle dahi mücadele ederek gösterdiği kararlı mücadele, Türkiye'yi itilmek istenen başarısız devletler sınıfının tam aksine çok başarılı devletle sınıfına yükseltmiştir. Bu başarının ardında 3 Kasım 2002 sonrasında AK Parti'nin gerçekleştirdiği ve halen devam eden muazzam reformlar, 15 Temmuz darbesinin milletçe savuşturulması, Cumhurbaşkanlığı sistemiyle yürütmede sağlanan birlik ve güç ile Cumhur İttifakının sayısal ağırlığının ötesindeki dönüştürücü özgül ağırlığı yatmaktadır.

Bu siyasi performansı gerçekleştiren Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin en son 27 Mayıs darbesinin ve onunla başlayan vesayet sisteminin tarihe gömüldüğünü ilan eden Demokrasi ve Özgürlükler Adasında gerçekleştirilen törendeki beraberlikleri, karşı cepheyi çökerten bir etki icra etmiştir. Cumhurbaşkanlığı sistemiyle anayasal olarak çöken vesayet sistemi ve ideolojisi, Demokrasi ve Özgürlükler Adası töreniyle sembolik olarak bir kere daha çökmüştür. AK Parti ve MHP'nin darbelere karşı demokratik ve vatansever beraberliklerini, 15 Temmuz'dan 27 Mayıs'a taşmalarını hazmedemeyen çevrelerin şaşkınlıkları dikkate değerdir. Bu çevreleri özellikle rahatsız eden AK Parti ve MHP'nin demokratlık ve millilik vurgularıdır. Zihinlerinde demokratlıkla milliliği, millilikle muhafazakarlığı, medenilikle gelenekleri, İslam'la hürriyeti, yerlilikle teknolojik atılımı, farklılıklarla birliği telif edemeyen, yıkıcı muhalefet ve uzlaşmaya düşman polemikçiliği esas alan bu siyasi ekollerin Türkiye'nin yeni durumuna intibak etmeleri uzun zaman alacağa benziyor. Bu sürenin uzaması, Cumhur İttifakının önünde siyasi ve toplumsal alanlar açılması anlamına gelmektedir. Nitekim son yapılan kamuoyu yoklamaları, Cumhur İttifakının iki partisini de güçlendiğini ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın krizler karşısındaki liderliğinin ise muhalif seçmen tabanlarında dahi kopmalara yol açtığını gösteriyor. Muhalefet bu kopmaları önlemek ve teşkilatlara da yansımasını engellemek için, erken seçim dedikodularına ve anlamsız gerginlik politikalarına savrulmaktadır.

AK Parti ve MHP arasında tesis edilen Cumhur İttifakının toplumsal taban ve siyasi söylem bakımından birbirlerine yakın ve geçişkenlikleri olan bir siyasi alan oluştururken, karşı cephe açısından telif edilemez farklılık ve ayrılıkların olması dikkat çekiyor. Muhafazakarlık ve milliyetçilik, teorik olarak da pratik olarak da çok kolay imtizaç etmektedir. CHP'nin tek parti diktatörlüğü ve 27 Mayıs vesayet sisteminin bakış açısıyla değerler hiyerarşisi ve ayrışması yaşayan bazı elitlerin aksine muhafazakarlıktan liberalliğe, İslamcılıktan milliyetçiliğe akımlar arasında tarihi, ideolojik ve toplumsal çok geniş bir ortak payda mevcuttur. Bu ortaklığın izlerini Namık Kemal'den bu yana takip etmek mümkündür. 27 Mayıs darbesinin başarılı olabilmesinin de 27 Mayıs vesayet rejiminin bu kadar uzun sürmesinin arkasında da bu ortak paydanın bilinçli bir şekilde siyasi ve entelektüel alanda bölünmesi, parçalanması ve birbirlerine düşman edilmesi yatmaktadır. Sağın bir araya geldiği ve birleştiği bütün zamanlarda, vesayet sistemi ve ideolojisi gerilemiştir. Eğer bu parçalanmalar olmasıydı, 27 Mayıs sistemi ayakta duramazdı. Milli ve demokrat ortak paydada birleşen AK Parti ve MHP, BBP ve Yeniden Refah gibi siyasi partilerin yanında bu ortak değerlerde buluşan çok geniş bir seçmen kitlesine ve hatta en uzak olduğu iddia edilebilecek HDP seçmenine dahi hitap edebilmektedir. Cumhur ittifakı içeride son verilen vesayet sisteminden sonra, dış politikada tesis edilmek istenen Türkiye'nin vesayet altına alındığı ve etkisizleştirilmek istendiği Ortadoğu düzenine de hayır diyerek ciddi bir yol almıştır.

Bütün bu mücadelelerde tek tezi, biz Batı ile daha iyi geçinir ve sıcak para buluruz, Ortadoğu'da Batı'nın dediklerini yapar ve Ortadoğu'ya karışmayız olan bir cephenin seçmenini nasıl ikna edeceği önümüzdeki dönemin çözümsüz bir muammasıdır. Bu yüzden muhalefetin tek ümidi, Cumhur İttifakının dağılması ve Erdoğan hükümetinin başarısızlığıdır. CHP'li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun başarısız yönetimi yüzünden "kendini gizleyen umut" olma vasfını kaybeden CHP'nin, Millet İttifakında seçmene bir cazibe ve coşku veremeyen bir zaaf faktörüne dönüştüğü görülüyor. Keza İyi Parti ile HDP arasında yaşanan ve zaman zaman harlanacağı tahmin edilebilecek tartışmalar da seçmeni rahatsız edebilecek mahiyettedir. Cumhur İttifakı bu cephenin içiyle mukayese edildiğinde tesis ettiği güven iklimi, işbirliği, dayanışma ve Erdoğan ve Bahçeli'nin tartışılmaz liderlikleriyle temayüz ediyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA