Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ZELİHA ELİAÇIK

Modern Türkiye'nin çelişkileri

Son haftalarda kadınlar ve gençler üzerinden yapılan toplumsal değişim tartışmaları iç gündemi meşgul ediyor. Odakta daha ziyade "muhafazakarlığın dönüşümünün" yer aldığı bu tartışmalar herkesin kendi yarasından konuştuğu duygusal ve tepkisel bir zeminde yürüyor.

Kadınların ve gençlerin görünürlük biçimleri, güç talepleri ve geçirdikleri değişimler bazı kesimlerce bir sapma olarak okunuyor. Her değişimi bir sapma olarak gören bu grupların (özellikle erkeklerin) kadın ve din odaklı eleştirileri kadınların söylemlerini erkek ve din eleştirisi üzerinden inşa etmelerine neden oluyor. Erkeklerin tüketim ve haz ideolojileriyle tüm hesaplaşmalarını kadınlar üzerinden "görmeleri" ve kendi geçirdikleri dönüşümü konu etmemeleri ikiyüzlülük suçlamasını doğuruyor.

Farklı bir açıdan bakılacak olursa bazı dindar erkeklerin kendi çelişkilerini "dindar kadın" üzerinden temize çekme çabaları pekala bir çaresizliğin ifadesi olarak da okunabilir. Kadınları merkeze alan bu bakış kadınların bir milletin dış etkilerden korunmuş mahrem alandaki değerlerinin temsilcisi, koruyucusu ve özü olduğu inancıyla yakından ilişkili. Bu özdeki her türlü değişim panikle "bir sapma" olarak okunuyor.

Bölünmüş ve Yaralı Dindar Bilinç

Kadına ve gençlere dair yozlaşma tartışmaları Türkiye'nin değişen sosyolojisini anlamlandırmaya çalışanların çelişki, çaresizlik ve eksikliklerini de ortaya koyuyor. Dindar bilincin geleneksel değerlerini yeniden üretmekte zorlandığı bir vasatta toplumun giderek bu değerlerden uzaklaştığı algısı bir panik psikolojisi yaratıyor. Çözülme karşısında bir şeyler yapmalıyız hassasiyeti tepkisel bir savunma ve suçlama refleksine dönüşüyor. Türkiye'nin sosyolojisi değişirken sadece muhafazakar kesim değil sekülerler de dindar kadınların giderek görünür olması ve talepleriyle halleşmekte zorlanıyor. Ancak dindar bilinç, tüketim ve haz davranışlarını doğuran seküler-liberal bir paradigmayla çerçevelenmiş kamusal alanı kendi değerleriyle yeniden inşa etme imkanı da bulamıyor. Kamusal alanda sadece görünürlük kavgası verebilen dindarlar kurtarılmış bölge olarak gördükleri aile ve özel alanının da işgal edildiği ve kaybedileceği endişesini taşıyorlar.

Türkiye'de kamusal alan dünyada olduğu gibi geleneksel ahlaki değerlere değil tüketim ve haz odaklı referanslarla şekillenmiş durumda. Bir yandan dini ve geleneksel ideallerin hakim olduğu özel alan, diğer yandan seküler ve liberal değerleri referans alan kamusal alan şizofrenik ve bölünmüş bir muhafazakar bilinç ve psikoloji üretiyor. Dindarlar ilahi olanı dışlayan bir dünyada hakları için seküler tanımlara referans vermekten başka çare bulamıyorlar. Ancak tam olarak kabullenemiyorlar da. Bu da çelişkiler doğuruyor Gelenek, din, modernizm ve postmodernizm yan yana yaşanırken bu çelişkiler kaçınılmaz ve doğaldır.

Toplumsal Değişim Temennileri

Toplumsal dönüşümün ne olduğu konusunda da Türkiyede bir ittfak yok. Toplumsal değişmeleri yalnızca sosyal medyada provakatif olduğu izlenimini veren olaylardan değil ciddi saha verileri eşliğinde anlamak gerekir. Toplumsal değişim ve yozlaşma söylemleri büyük şehirlerde yoğunlaşırken örneğin kentleşme ve ekonomik gelişim gibi etkenler göz ardı edilerek tüm değişim olgusu din üzerinden okunuyor. Toplumsal değişimi bir siyasi partiye fatura etme çabaları da yine bu indirgemeci yaklaşımdan kaynaklanıyor.

Kimilerine göre Türk toplumu muhafazakarlaşıyor kimilerine göre sekülerleşiyor. İddia edilen bu değişimi yie bazı kesimler "ilerleme" olarak olumlarken bazıları çöküş olarak görüyor. Değişimin ne olduğu veriler üzerinden ortaya konmadığı için herkes kendi idealleri üzerinden bir değişim resmi çiziyor. Bu değişimi iyi bulanlar ve kötü bulanlar ise ancak temennilerde yarışıyor.

Bazı kesimler "sekülerleşen Türkiye'yi" sevinçle karşılarkan Batı'da bio-genetik ve teknolojde yaşanan ilerlemelerle birlikte bu yeni araçların istismarını engelleyecek etik kuralların gerekli olduğu konuşuluyor. Örneğin Alman Filozof Habermas din, bu "bilimsel azgınlığı" dizginlemek vazifesiyle dünyaya geri çağırıyor. Uzun süredir Avrupa'nın postseküler döneme girdiği tartışılıyor.

Türkiye'nin yaşadığı toplumsal değişim sürecinde oluşan duygusal boşlukların hakikatle irtibatlı bir neşe ve coşkuyla; zihinsel boşlukların da sağlam temellere dayanan bir fikriyatla doldurulması gerekiyor. Oysa Türkiye'de tüm bu boşluklar siyasetle doldurulmaya çalışılırsa bu geri tepecektir. Zihinlerimiz, iç dünyamız ve kalplerimiz dağıldığında toplumu birleştirme iradesinin siyaset üzerinden gelmesi olasıdır. Ancak siyasetin kurucu enerjisine tüm enerjisini siyasi alana süren entelektüeller yetişemez.

Türkiye'nin Tecrübesi

Sadece kendi içimizden değil her yerden bize doğru akın eden küresel bir tüketim ve haz kültürünün kuşartmasıyla kaşı karşıyayız. Ve bu kuşatmayı ancak biribirmize karşı değil, birbirimiz için merhamet bilgi ve samimiyet ekseninde tavır alarak karşılayabiliriz. Zira haz, arzu ve tüketime yaslanmış bu yeni dünya hepimize birden karşıdır. Tüketim ve haz çağında, arzu ve tüketimi sınırlandıran geleneksek, dini veya etik hiçbir "norm" rağbet görmüyor. Bu nedenle erdem sahibi kadın ve erkeklerin birbirine sahip çıkmak yerine kendilerine karşı bir dünyada birbirlerine karşı varlık savaşı vermeleri yadırgatıcıdır.

Modernizmin yeni metafiziği, varlığı atomize ederek ve bölerek kendini inşa ediyor. Tabiatı ve Tanrı'yı birbirinden ayırırken Tanrı'yı da insandan ayırıyor. Sırada beden ve ruh var. Karşılaştığımız meydan okumalara cep telefonları ve sosyal medya ile bizi kuşatan bu yeni dünyanın yeni metafiziğini temelden samimiyetle, ancak sofistike ve estetik bir şekilde ele alabilirsek belki anlamlı karşılıklar üretebiliriz.

Hiçbir kültür başka bir kültüre hiçbir toplum başka bir topluma tercüme edilemez. Türkiye değişiyor ancak kendi tecrübesini yaşıyor. Farkı toplumların yaşadıkları toplumsal, ideolojik değişimlerden sosyal medya yoluyla haberdar olmamız bizim de aynı tecrübeyi yaşadığımız anlamına gelmiyor. Dünyaya karşı en sahici cevabımız kendimiz olabilme kabiliyetimizdir. Türk toplumu olarak gerçekte ne yaşadığımızı verilerle anlayarak ve bu gerçekliği idealimizle yani muradımızla birleştirerek bize ait bir gelecek kurabiliriz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA