Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

İstanbul’u gürültü kirliliğinden kurtarmak...

Bilim, gürültü kirliliğinin, bilinen en kötü kirlilik olduğunu söylüyor.. Çünkü doğrudan beyni tahrip ediyor. Ve de alışkanlık yaptığı için, vücut, tepki göstermiyor ve tahrip giderek büyüyor. Basit izah edeyim.
Sokaklarda çöpler birikir ve toplanmazsa, sağlığa zararlı bakteriler ürer ve bunlar üşüşen sinekler ve soluma yoluyla insana taşınır. Görür, bir şekilde önlem alır, temizlenmesini sağlarsınız.
Oysa gürültü kirliliğinde, kişisel önlem bireysel önlem almazsınız. Dahası bu kirliliğe alışırsınız.
Tepki göstermez olursunuz. Beyin tahrip olmaya başlar.
Daha önce de yazmıştım.. Yıllar önce bir arkadaşımla Londra'ya gitmiştik. Kentin en kalabalık caddesi Oxford'da dolaşıyoruz.. Arkadaşım "Buraya geldiğimizden beri, 'Burda garip bir şey var' diyorum kendi kendime. Nihayet buldum" dedi. Ayni his bende de olduğu için döndüm hemen..
"Burda korna sesi yok" dedi.
Öyleydi gerçekten.. Korna sesi olmayan bir kalabalık cadde garip geliyordu, mesela Nişantaşı kavşağında olduğu gibi, nerdeyse 24 saat devamlı süren kornalara alışmış beynimize..
Gürültüyü değil, sessizliği algılıyorduk, "Garip" diye..
Bunun ilk farkına varan, belki de Ruh Hastalıkları uzmanı olduğundan, İstanbul'un "Mini Mini" diye ünlü Valisi, o kısa, şişman boyutları yüzünden 35'lik rakıya adını veren "Fahrettin Kerim Gökay (1949- 1957) oldu. Korna yasağını o ilan etti ve gürültü kirliliğinin insan beynine, sinir sistemine etkilerini, asabımızı nasıl bozduğunu ve İstanbulluları nasıl sinirli insanlar haline getirdiğini anlattı.
O sıralar Ankara'da orta okuldaydım ve yazları İstanbul'a tatile gelirdim.
Necati ve Paşa Dayımlara..
Halamlara..
Bağdat Caddesi'nde, kaldırım kenarına oturur, gazozuna "Otomobil Oyunu" oynardık.
Şöyle.. Bostancı yönünden gelen (O zaman cadde iki yönlüydü.) her otomobil sıra ile birimizin olurdu. En az bulunan markalar 100 puan olurdu Mesela Rolls.. Mesela Cadillac.. En çok olanlar da 5 puan. Mesela Ford, mesela Chevrolet.. Öteki markalar da ara puanlar.. 200 puan oyunu kazanır, ötekiler ona bir gazoz ısmarlarlardı. Bir gazoz 25 kuruş. Altı kişi oynamışsak, kaybedenler adam başı 5'er kuruş verirlerdi.. Ve bu oyun sevgili okurlar, bir saate yakın sürerdi. Çünkü Bağdat Caddesinden o kadar az araç geçerdi..
İki araç arasında 5 dakika beklediğimiz olurdu.
İşte o araç kıtlığında, abartmıyorum saatte bir korna sesi ya olur, ya olmazdı. Onu yasaklamıştı, Ruhsal Hastalıklar Profesörü Fahrettin Kerim.
Yasağı en sert uygulayansa, 1957'de görevi ondan devralan eğitimci Vali Mümtaz Tarhan olmuştu. O sıralar, özellikle İstanbul'un her yanına dolmuşların kalktığı Karaköy ve Taksim meydanları başta yer yer çok kalabalık bölge ve yollar oluşmuştu.
Tarhan Vali ve Belediye Başkanı olarak elindeki bütün güçleri görevlendirmişti. 10 lira para cezası anında ve peşin kesiliyor, ödeyemeyenler karakola, ordan da savcılığa gidiyorlardı.
Tarhan, öyle yaygın ve öyle afsız uyguluyordu cezayı, tüm sürücülerin ödü patlar oldu. Korna ile uyarıya alışmış elleri için yeni bir sistem geliştirdiler. Şoför mahallinin hemen solundaki camı indirmek, sol kolu ordan dışarı çıkarıp, sol kapıya dışardan güm güm vurmak.. O "Güm güm" sesleri, korna oldu işte..
Tarhan sokaklara tükürenlere de peşin 10 lira ceza koymuştu. Sigara izmariti atanlara da..
İstanbul Tarhan zamanında, en temiz tarihini yaşadı. Her türlü kirlilik nerdeyse bitmişti.
Ne yazık ki, Tarhan o görevde sadece 6 ay kalabildi. Mayıs 1958'de ayrıldı ve yerine bir Mümtaz Tarhan da, o gün, bugün gelmedi.
Bütün bunları niçin yazdım..
25 Şubat'ta 'İmamoğlu!..
İmamoğlu!..' başlığıyla bir yazı yazmış ve "Her şey çok güzel olacak, sloganlı seçim kampanyanızda 'Gürültü Kirliliği ile mücadele sözü de vermiştiniz. Hani ne oldu" demiştim.. "İşte SABAH gazetesinin önündeki kavşak. Gelin bakın, gürültüye dayanabilecek misiniz?."
Seçilene kadar yakın dostum olan, ama Başkan olunca, telefonlarıma dahi çıkmaz, yazdıklarıma da yanıt vermeyi zül sayar hale gelen İmamoğlu'nun basın bürosu, lütfetti bir cevap yazdı bana.. O cevabı anlatacağım size.. Onun için, İmamoğlu'nun verdiği sözün özünü ve önemini anlatmak ve bugün basın bürosunun verdiği yanıtı, bu bilgilerin ışığında değerlendirmenizi sağlamak, nerden nereye geldiğimizi göstermek için, bunları bilmenizde yarar vardı.
İmamoğlu'nun cevabı ve benim düşündüklerim, yarın, Sevgili Okurlar..

***


Çamur at, izi kalsın!..

Günümüz magazin yazarlığı bu oldu artık.. Bir dedikoduyu, ya da birisinin tek taraflı kulağına fısıldadığı iddiaları, bir de "Özel haber" diye yazmak..
İtham edilen, kara çalınan, bir telefon, yani bir kaç tık ilerde olduğu halde, onun fikrine baş vurmadan, zerre gazetecilik yapmadan, haber değil, çamur olan yazıyı yazmak da, onu koskocaman anonslarla sayfaya koymak marifet sayılır hale geldi.
Can Yaman diye bir genç adam var. Ne kendisini gördüm, ne de filmini, ya da dizisini.. Ama belli dışarda tanınıyor.
İspanya ve İtalya'ya gittiğinde karşılanma resim ve haberlerini magazin sayfalarında gördüm.
İlk çamur orda atıldı. Madrid havaalanındaki o hayranlar, para ile tutulmuş kişilermiş.
Sonra mecburen gerçeği kabullendiler ama hırsları bitmemiş anlaşılan. Şimdi de özel hayatına çamur.. Çamur diyorum. Çünkü habercilik kurallarının "H" si yok.
Bir kadın anlatmış, onlar da özel haber yapmışlar.
Can Yaman, Ortaköy'deki lüks mekana eğlenmeye gitmiş. Bir kadın yanına gelmiş. Selfi için boynuna sarılmış. Fazla da sıkı sarılmış.
Allah var. Onu yazmışlar. Can, o boynunu sıkan kolu ensesinden çekmiş. Kadın masasına dönmüş.
Can bakmış uzaktan video çekiyor bu defa.. Mekan işletmesinden rica etmiş. İki görevli kadının yanına gidip mekanı terketmesini istemişler.
Kadın Can'a gidip "Sizi biz ünlü ettik. Şimdi mekandan mı attırıyorsunuz" demiş. İfadesine göre de bu sırada Can kadının elini bükmüş.
Kadın da karakola gidip şikayet etmiş.
Haber bu.. Ama mesela bizdeki başlığa bakın..
"Hayranını önce kovdurttu/ Sonra darp etti!."
Bir "Vay alçak vay" demedikleri kalmış..
Peki bu özel haberse, nerde mekan işletmecileriyle yapılan konuşma?. Ne demiş onlar?.
Nerde Can Yaman'ın bu ithamlara verdiği cevap?. Nerde onun sözleri?.
Olayda 3 taraf var. Haber sadece 1 taraflı yazılmış. O zaman haber olmaz..
Bizde "Fikri takip/ Yani haberin devamını izlemek ve yazmak da olmadığı için ne olur?.
Çamur.. İzi kalacak çamur..
Nasıl olsa soran yok.
Yaz gitsin..
Sonra "Gazeteler niye okunmuyor" öyle mi?.

***


...Ve Suat Yalaz!..

Ve de Abdullah Turhan..
Bugünkü kuşakların "O da ne" dedikleri "Çizgi romanlar"ın tiryakilik yapan iki ustası Suat Yalaz (88) ve Abdullah Turhan'ı (87), pazartesi günü arka arkaya kaybetmişiz. İkisinin de özellikle kahramanlık çizgi romanlarının tiryakisiydim.
Yalaz'ın Karaoğlan'ını Kartal Tibet oynardı, Turhan'ın Kara Murat'ını da Cüneyt Arkın.. Ve o filmler seyirci rekorları kırarlardı.
İkisi de hem yazarlar, hem de çizerlerdi. Öyle sanatçıydılar.
Suat Ağabeyle yıllarca çok sıkı dostluk yaptık.. Ortaköy'e Ertekin'e gelirdi. Saatlerce otururduk.
Sohbetine doyamazdım.
Karaoğlan, Fransa'da da tefrika edilirdi. O gazete ve dergileri getirir, gösterirdi, Ertekin'le bana..
Yalaz'ı bu öğlen Zincirlikuyu Camisi'nden uğurlayacağız.
Turan'ın töreni, Datça'nın Mesudiye köyünde..

***


Yaşa Bülent!..

Dünya çapında flüt sanatçımız Bülent Evcil'den çok güzel haberler var.. O da sanat alanında Amerika'yı fethediyor. İstanbul Devlet Senfoni arpçısı Çağatay Akyol ve Connecticut Senfoni eşliğinde, 8 Mart'a dek sürecek bir konser turnesine çıktılar. Siz bu satırları okurken de, Amerika'nın dünyaca ünlü üniversitesi Harvard Üniversitesi'nde konser vermiş olacaklar.
Harvard konserinde ağırlık, çok seslendirilmiş Türk Müziği parçaları..
Amerikan medyası konserleri "Turkish Delight/ Lokum" diye adlandırıyor.
Sevgili Bülent Evcil, yakın dostum.. Hatta bizim maç gurubundan.. Eskiden daha çok İstanbul'da, daha çok Türkiye'de olurdu. Şimdi dünya onu paylaşamaz olunca, ancak mesajlarda buluşuyoruz..
Aman aynen devam Bülent.. Amerika'yı sanatınla fethe devam..
Sarı Gelin üflerken beni hatırla yeter..

***


Sevdiğim Laflar
"Herhangi bir dine mensup olmak sizi iyi biri yapmaz. İyi insan olmak vicdanla ilgilidir. Vicdan, insanın içindeki tanrıdır." Victor Hugo

Tebessüm
"Bir geri zekalıyı saatlerce nasıl oyalarsınız?."
(Alttaki cümleye bakın.)
.....................
"Bir geri zekalıyı saatlerce nasıl oyalarsınız?."
(Üstteki cümleye bakın.)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA