Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Stefan Zweig’dan... Lyon’da Düğün (2)

Büyük Usta Zweig'in bu ünlü uzun öyküsünün ilk bölümünü dün yayınlamıştık. Bugün ikinci ve son bölümü...

*

Heyecandan coşan kızın çevresini saranlara hadiseyi sevinerek anlattığına göre, başına gelenlerin önemini, hatta gerçekliğini bile kabul etmemiş, sadece nişanlısını takip edebileceği için çok mutlu olmuştu.
Sorgulamada sorulanlara hiç cevap vermemiş, yaklaşan son ona mutluluk vermiş, hapishaneye gönderilen bu grubun arasına katıldığından beri başını kaldırıp çevresine hiç bakmamıştı.
Sevgilisinin ölüm haberini aldığından ve yaklaşan kendi ölümüyle ona kavuşacağına inandığından beri, bu dünyada ilgisini çekecek tek bir şey kalmamıştı. Bu nedenle, hiçbir şeyle ilgilenmeden kendi kabuğuna çekilmişti.
Neden sonra gözleri karanlığa alışmış, pencereye yaslanarak kara kara düşünen gencin nişanlısına ne kadar benzediğini görünce şaşırmıştı.
Bu gerçek olamayacak umuda kapılmamak için kendini tutmasına rağmen ayağa kalkmadan duramamıştı.
Tam o sırada, delikanlı mum ışığına doğru dönmüştü. Uzun süredir ölümüne inandığı insanı canlı olarak karşısında görünce kalbi göğüs kafesinden fırlar gibi olmuş, o anda nasıl ölüp gitmediğine şaşmıştı.
Bütün bunları hala süregiden bir coşku içinde anlattı.
Genç, kız hikayesini kuş uçması misali hızla anlatırken, nişanlısının elini hiç bırakmamıştı. Sanki ne yapacağına karar veremiyor, nişanlısının varlığına hala emin olamıyormuş gibi davranıyor, sık sık adamın kollarına atılıyordu. Gençliğin bu duygulu görünümü, oradaki yazgı arkadaşlarını hemen etkisi altına aldı.
Bezgin bir halde kıpırtısız bekleyen, her tür duyguya kapalı duran bu kişiler, birdenbire canlanarak garip biçimde birbirlerine kavuşan çiftin çevresini kuşattılar.
Kaderin bu olağandışı tezahürü karşısında kendi dertlerini unuttular; genç çifte ilgi gösterip, davranışlarını anladıklarını ya da hallerine acıdıklarını belirten bir kaç söz etme gereksinimi hissettiler.
Genç kız acıma tonu taşıyan her söze kendini kaybedecek kadar gururla karşı çıktı. Mutlu olduğunu söyledi. Sevgilisiyle aynı anda öleceği ve ikisinden birinin diğerinin ardından yas tutmak zorunda kalmayacağı için mutlu olduğunu söyledi.
Sadece nikahları kıyılamadığı için taşıdığı yabancı bir soy isimle Tanrının huzuruna evlenemeden çıkacağı için biraz üzüldüğünü anlattı.
Söylediklerini tamamen masumca, en küçük art niyet taşımadan dile getirmiş, üstelik söyler söylemez de unutmuş, kendisini yine sevgilisinin kollarına bırakmıştı.
Bu nedenle, Robert'in yakın bir arkadaşının konuşmasından duygulandığını ve yaşlı bir mahkumla bir köşeye çekilip fısıldaşmaya başladıklarını hiç fark etmedi.
Bu fısıldaşmanın iki genç hakkında olduğu hemen anlaşıldı. Yaşlı bir adam kendisine çeki düzen verdi, gençlere doğru ilerleyerek onlara anlattı ki.. Üzerindeki köylü giysisine aldanmasınlardı, o Cumhuriyete bağlılık yemini etmekten kaçınan bir papazdı ve bir ihbar üzerine tutuklanarak buraya getirilmişti.
Papaz giysileri içinde olmamasına rağmen, ne görevinde ne de yetkisinde bir değişiklik olmadığı görüşündeydi.
Çiftin nikah tarihi çok önceden alındığı, üstelik mahkumiyet kararları başka bir ertelemeye zaman bırakmadığı için, sonuna dek haklı oldukları evlenme isteklerini derhal gerçekleştirmeye, arkadaşlarının tanıklığı ve her yerde var olan Tanrının huzurunda, burada onları evlilik bağıyla birleştirmeye hazırdı.
Bunu yapmayı en içten duygularıyla diliyordu.
Genç kız en büyük arzusunun sonunda, üstelik hiç beklemediği bir biçimde gerçekleşeceğine şaşırmış halde, nişanlısına soran gözlerle baktı. Genç adam sevinç taşan bakışlarla cevap verdi.
Genç kız hemen zemindeki mozaik döşemeye diz çöktü, papazın elini öperek bu tuhaf yerde nikahın kıyılmasını rica etti. İçindeki duyguların tamamen saf olduğunu ve yaşadıkları anın kutsallığına gönülden inandığını söyledi.
İçinde boğulur gibi oldukları bu ölüm hapishanesinin kısacık bir süre bile olsa kiliseye dönüşmesi tüm mahkumları, duygulandırdı, hepsi gelinin mutluluğuna katıldılar.
İçlerindeki coşkuyu ancak hemen uyduruverdikleri işlerin ardında gizleyebildiler.
Erkekler birkaç sandalyeyi birleştirdi, demirden bir haçın çevresine mumlar dizip masayı kürsüye benzetmeye çalıştı. Kadınlar bulabildikleri, çiçeklerden hemen bir taç yapıp kızın başına taktılar.
Papaz evlenecek delikanlıyla birlikte hemen yanda oluşturulan bölmeye geçip günahlarını çıkarttı, sonra aynı işlemi genç kızla da yaptı.
İki genç birlikte kürsünün önüne geldiklerinde birkaç dakika süren ama herkesin dikkatini çeken derin bir sessizlik oldu. Bu sessizlikten şüphelenen nöbetçi asker kapıyı açıp içeri girdi. Girişilen garip hazırlığı fark edince, köylü kökenli olduğunu hemen belli eden yüzünde ciddi bir ifade, hemen ardından saygı uyandı. İçerdekileri rahatsız etmeden kapıda bekledi. Böylece bu olağandışı nikahın sessiz tanıklarından biri de o oldu.
Papaz masanın önüne geçti, insanların içten bir duyguyla Tanrıya erişmek istedikleri her yerin bir kilise ve kürsü olabileceğini kısa cümlelerle açıkladı. Sonra diz çöktü, onunla birlikte diğerleri de diz çöktüler. Derin sessizlik hüküm sürüyordu, nerdeyse mum alevleri bile titremiyordu.
Sessizliğin içinde, papaz iki gence de yaşam ve ölümde birleşmek isteyip istemediklerini sordu.
Metin bir sesle cevapladılar:
"Yaşamda ve ölümde!" Ölüm sözcüğü bodrumun sessizliğinde çınlarcasına, yolunu aydınlatan bir ışık gibi, korkunun titremesiyle çatlamaksızın yayıldı.
Derken papaz iki gencin ellerini birleştirdi ve birbirlerine bağlayan sözleri söyledi:
"Ego auctoritate sancte matris Ecclasiae qua fungor, conjungo vos in matrimoniam in nomine Patris et Fili Sipiritus sancti." Tören böylece sona erdi. Yeni evliler papazın elini öptü, mahkumlar evli çifti kutlamak için sıraya girdi. O anda hiçbiri ölümü düşünmüyordu, ölümü içinde duyanlar da korkutuculuğunu düşünmüyorlardı.
Nikah tanıklığı yapan dost, birkaç kişiyle daha fısıldaştı ve hemen bir başka hazırlığa girişildi.
Erkekler ot çuvallarını taşıdılar.
İçine daldıkları rüya alemindeki genç çift bu hazırlıkların farkında bile değildi. Yanlarına yaklaşan dost, diğer kader yoldaşlarıyla birlikte genç çifte bir evlilik hediyesi vermek istediklerini ama önlerinde kısacık bir ömür kalan kişiler için dünyevi bir hediyenin anlamsız olduğunu gülümseyerek söyledi.
Yeni evlilere değerli olabilecek ve yüzlerini güldürebilecek tek bir şey hediye edeceklerdi..
Karı-koca olmanın ve yaşayacakları son gecenin yalnız sessizliği!.
Ot çuvallarını yerleştirdikleri küçük bölmede yalnız kalabilmeleri için, kalan mahkumlar diğer bölmede daha da sıkışmaya katlanacaklardı.
Dostları,"Bu son birkaç saati iyi değerlendirin," diye ekledi, "Nefes alacak bir anımız daha olmayabilir, bu anda sevgiyi bulan onun keyfini sürmeli." Genç kız saçlarının dibine dek kızardı, genç adamsa dostuna samimiyetle baktı ve dostça elini sıktı.
Başka bir şey konuşmadılar, sadece birbirlerine baktılar.
Mahkumlar nerdeyse bilinçsiz olarak harekete geçti. Erkekler damadın, kadınlar gelinin çevresinde toplandılar, törenin gerektirdiği biçimde ellerindeki mumları havaya kaldırdılar.
Bu eski adete uyduklarının farkında bile olmadan yeni evlileri ölümden ödünç alınmış küçük bölmeye soktular.
Yeni evlilerin ardından kapı yavaşça kapandı. Hemen gerdeğe bağlanan evlilik törenine dair hiç kimse şaka yollu bile tek söz etmedi.
Kaderlerine karşı hiçbir şey yapamayacak durumda olan bu insanlar, bir başkasının mutluluğuna katkıda bulunmanın mucizesiyle saygılı bir sessizliğe bürünmüşlerdi. Kendi kaderlerini başkalarının mutluluğuna katkıda bulunarak unutabildikleri için gizli bir minnet duyuyorlardı.
Karanlık bodruma dağılmış halde, kimi uyanık kimi rüyalara dalmış halde, mahkumlar ot çuvalları üzerinde sabahladılar, balık istifi dolan bölmede sadece ara sıra kederli iç çekişler işitildi.
Sabah olup da askerler seksen dört mahkumu infaz yerine götürmek üzere geldiklerinde, hepsini uyanık ve hazırlanmış olarak buldular.
Sadece yeni evlilerin küçük bölmesinde sessizlik hakimdi, tüfek dipçiklerinin sesi bile yorgun çifti uyandıramamıştı.
Durumu fark eden sağdıç, mutlu uykuları cellat tarafından bölünmesin diye, yavaşça genç çiftin yanına gitti. Birbirlerine sıkmadan sarılmışlardı, kızın eli sırtüstü uyuyan erkeğin boynunun altında unutulmuş gibi duruyordu.
Yüzlerinde uyurken bile mutluluğun huzuru ışıldıyor, bu görüntüyü bozmak arkadaşlarına nasıl da zor geliyordu.
Fakat beklenecek zaman değildi, önce erkeği sert bir hareketle salladı; gözlerini şaşkınlıkla açan genç adam bir an nerede olduğunu düşündü, sonra yüzünde bir mutluluk gülümsemesiyle yaşam arkadaşını okşayarak uyandırdı.
Yaşam arkadaşı yukarı doğru baktı, çocukça bir korkuya kapılmıştı ama çıplak gerçeğin önünde belirivermesinden dolayı korkmuştu sadece. Eşine dönüp gülümsedi ve aynı şeyi düşünür gibi konuştu:
"Hazırım." İki genç el ele tutuşarak içeri girince, diğerleri nerdeyse bilinçsizce davranarak onlara yer açtılar; bu durumda, kimse istemese de, genç evlilerin gelişiyle ölüme yolculukları başlamış oldu.
Herkesi üzen mahkum grupların gidişi alışılmış bir olay olmasına rağmen, bu kez herkes bu tuhaf kafilenin ardından şaşkınlıkla bakakaldı.
Çünkü kafilenin başında yürüyen iki kişi, genç bir subayla, başında gelin çelengi taşıyan genç kadın, bu kafilelerde hiç rastlanılmayan bir sevinç ve nerdeyse kutsal bir güven duygusu saçıyorlardı.
Duygudan nasibini almamış kişiler bile bu olayda kutsal bir sır bulunduğunu sezerek saygı duymaktan kendilerini alamadılar. Diğer mahkumlar da ölüme götürülenlerin ağır aksak yürüyüşü yerine dikildiler ve üç dilekleri hiç beklenmedik biçimde gerçekleşen bu genç insanlara bakarak umutsuzlukları içinde bir güven yeşerttiler ve bu iki mutlu insan için hikayenin mucizevi bir sonla bitmesi gerektiğini, herkesin gittiği ölüm yolundan bu iki gencin kurtulacaklarını düşünmeye başladılar.
Fakat hayat mucizevi olanı sevse de gerçek mucizeleri kıskançlıkla saklar..
O günlerde Lyon'da olup bitenler de hep böyleydi.
Kafile köprüden geçirilip Brotteaux'nun mesire yerine götürüldü.
Her mahkuma üç tüfek karşılık gelecek biçimde oluşturulmuş on iki manga piyade, burada onları bekliyordu.
Mahkumlar tek sıraya dizildi. Tek bir yaylım ateşiyle hepsi yere serildi.
Askerler hala kanları akan ölüleri Rhone Nehri'ne attılar, çılgınca akan su, bu tanımadığı insanların ne yüzünü merak etti ne de kaderlerinin ne olduğunu.. Sadece batıp giden bir ölünün saçlarından kurtulan bir düğün tacı, bulunduğu yere yabancı bir görünüşle, dalgaların arasında bir süre sürüklendi.
Nihayet hem gelin tacı, hem de onunla birlikte ölümün öpüşüyle sona eren ve bu yüzden anılmayı daha çok hak eden bu aşk gecesinin anısı, zaman içinde kaybolup gitti.

***


Pazar Neşesi
Temel'le Dursun, denizde balık avlamaktan bıkmışlardı. O hafta sonu değişik bir tatil yapmaya karar verdiler. Yayladaki gölde balık tutacaklardı. Cumadan çıktılar. Gölde balık avı için her şeyi, satın alarak, ya da kiralayarak temin ettiler.. Olta, yemler, uzun çizmeler ve su geçirmez elbiseler.. Bir arazi arabası, bir kayık.. Bir de çadır tabii. Harcadıkları parayı düşünün.
İlk gün hiçbir şey yakalayamadılar. İkinci gün de aynen.. Üçüncü ve son günlerinde, güneş batarken bir göl sazanı yakalayabildiler.
Dönüşte ikisinin de ağzını bıçak açmazken, Dursun öfkeyle konuştu. "Bu lanet balık bize tam 2500 liraya mal oldu, biliyor musun, Temel" dedi. Temel "Şükret" dedi. "Ya iki tane yakalasaydık?."

Latin Sözleri
Omnia mors aequat!." Ölüm her şeyi eşit kılar!
Seneca

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA