Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT PİRİNÇÇİ

İsrail’in 7 Ekim travması ve çözümü

HAMAS'ın 7 Ekim'de İsrail'e düzenlediği saldırı, Filistin sorunu ve Ortadoğu'daki dengeler açısından önemli bir dönüm noktası. Burada kastettiğim sadece İsrail'in Gazze'ye sivil-asker ayırt etmeksizin günde ortalama bir ton bomba atması, Gazze'deki Filistinlileri toplu olarak cezalandırması veya geçmişte olduğu gibi işgal politikası çerçevesinde binlerce Filistinliyi katletmesi değil. Bunun da ötesi. Zira İsrail ne yaparsa yapsın, kendisi için hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve 7 Ekim saldırısı, on yıllar boyunca büyük bir travma oluşturmaya devam edecek.

İsrail'in Güvenlik Anlayışı ve Savaşlar

İsrail, 1948-1949 Birinci Arap-İsrail savaşından bu yana savunma ve güvenlik politikasını belirli ilkeler çerçevesinde yürütmeye çalışıyordu. Bunları çeşitlendirmek mümkün olsa da genel itibarıyla şu şekilde özetlenebilir:

-Algıladığı bir tehdit kendisine zarar vermeden önleyici müdahalede bulunmak,

-Savunma derinliği olmadığından savaşı düşman topraklarına yaymak,

-Nüfus yoğunluğu olmadığından savaşı kısa sürede bitirmek,

-Kendisine yönelik saldırı ve tacizlere çok ağır karşılıklar vermek ve bu sayede oluşturduğu caydırıcılık üzerinden karşı tarafın bir daha saldırı teşebbüsünde bulunmasını engellemek.

Bu ilkeler üzerinden oluşturduğu savunma politikasını on yıllarca etkili bir şekilde uygulayabildi. Örneğin 1967 Savaşı İsrail'in sürpriz saldırısıyla başladı ve altı gün sürdü. Süveyş Savaşı 10 gün, 1973 Savaşı 21 gün, 2006'da Lübnan'da Hizbullah'a yaptığı saldırısıysa 34 gün sürdü.

HAMAS saldırısına kadar İsrail'in güvenlik politikasını sarsan en önemli istisna 1973 Savaşı oldu. Bu savaş, Mısır ve Suriye'nin sürpriz saldırısıyla başladı ve iki ülke işgal altındaki topraklarını kurtardıktan sonra durmamış olsa, İsrail için büyük bir yenilgiyle sonuçlanacaktı. Ancak yanlış kurmay planlama ve ABD'nin yoğun askeri desteği sonucunda İsrail toparlandı ve işgal ettiği Mısır ve Suriye topraklarını yeniden kontrolü altına aldı.

İsrail'in Güvenlik Anlayışına Darbe

1973 Savaşı'nın başlamasının yıldönümünde gerçekleşen HAMAS saldırısının basına yansımaya başlamasıyla ilk aklıma gelen, saldırının İsrail için son 50 yıldaki en büyük meydan okuma olduğuydu. Ancak saldırının ayrıntıları ortaya çıktıkça İsrail tarihinin en büyük travmasının ortaya çıktığını ve İsrailli güvenlik bürokrasisinin bu travmayı uzunca bir süre üzerlerinden atamayacağını düşünmeye başladım.

Bunun nedenlerine gelince: Her şeyden önce İsrail, ABD desteğiyle sınır komşularından Mısır ve Ürdün ile bir şekilde barış anlaşmaları imzalamış ve bu sınırlarını güvence altına almıştı. Anlaşma imzalanmayan Suriye ise İsrail açısından büyük bir tehdit olarak görülmüyordu. Suriye'de 2011'de başlayan iç savaş da bu algısını pekiştirmişti.

Lübnan ise her ne kadar Hizbullah'ın etkisi ve bazı Filistinli örgütlerin üslenmesi üzerinden riskler oluştursa da yönetilebilir bir risk kategorisindeydi. Nitekim 1982'de Lübnan'ın güneyini işgal eden İsrail, 2000'e kadar bu işgali sürdürmüştü. 2000 sonrasında ise Lübnan hava sahası üzerinden riskli gördüğü durumlara kolayca müdahale etmiş; tehdidin arttığını düşündüğündeyse 2006'da olduğu gibi kapsamlı saldırılar yapmıştı.

HAMAS ise 2006'nın Ocak ayında yapılan seçimlerden birincilikle çıkmasına rağmen İsrail'in girişimleri ve uluslararası konjonktürün de etkisiyle Gazze'ye "sıkıştırılmış", Batı Şeria'dan izole edilmişti. İsrail'in 2007'den beri Gazze'ye uygulamaya başladığı kara, hava ve deniz ablukası Gazze'de yaşayan iki milyondan fazla Filistinliyi cezalandırmayı ve HAMAS'ın etkisini kırmayı amaçlamaktaydı. Bu çerçevede İsrail Gazze'ye 2008 ve 2014'te kapsamlı, diğer dönemlerde ise daha dar kapsamlı ama yoğun saldırılarda bulundu.

Anlaşılan HAMAS, bu süreçte düşmanını ve olası hareket tarzını iyi bir şekilde çalışmış ve kapsamlı bir planlamayla İsrail'in milyarlarca dolarlık askeri, teknolojik ve istihbari kapasitesindeki açıkları öğrenmiş. Zira İsrail 7 Ekim saldırısıyla tarihinde ilk defa -geçici süreyle de olsa- topraklarının kontrolünü kaybetti. İsrail, topraklarındaki kontrolü 9 Ekim'de sağlayabildiğini açıkladı.

Bunun yanı sıra İsrail'de ilk defa bir günde bu kadar sivil ve asker kaybı yaşandı. İsrail'in Hizbullah'a karşı 2006'da yaptığı savaşın başlamasına neden olan olayın üç İsrail askerinin öldürülmesi ve iki askerin rehin alınması olduğu hatırlandığında ve İsrail'in 7 Ekim'de en az 258 asker ve binden fazla sivil kaybının yanı sıra yüzden fazla da rehinesi olduğu düşünüldüğünde Tel Aviv yönetimi açısından durumun vahameti ortaya çıkıyor.

Öte yandan HAMAS'ın İsrail'in hava savunma sistemi demir kubbeyi aşmak için ilk gün binlerce roketi ateşlemesi ve Gazze'nin ağır bir şekilde bombalanmasına rağmen bu roket atışlarına devam edebiliyor olması, yine örgütün önceki dönemlerden daha hazırlıklı olduğunun bir göstergesi. Kaldı ki Gazze'den fırlatılan roketler demir kubbe tarafından engellense veya hedeflenen bölgelere isabet etmese bile, başta İsrail'in güneyi olmak üzere Tel Aviv'de ve önemli yerleşim merkezlerinde sirenlerin çalıyor olması ve insanların her seferinde sığınaklara gitmesi, İsrail açısından başlı başına psikolojik açıdan yıpratıcı bir sürecin devam etmesini sağlıyor.

Filistinlilerden Arındırılmış Bir Filistin Planı İşe Yarar Mı?

Gazze saldırısıyla beraber 2008'den beri Netanyahu tarafından dile getirilen Yahudi Devleti ve 2018'de kabul edilen Ulus Devlet Yasası'nı fiilen uygulamaya geçirme ihtimali bulunuyor. Zira Gazze'deki Filistinlilerin 24 saat içinde Gazze vadisinin güneyine çekilmesini talep eden ültimatom bir yönüyle Gazze'nin kuzeyini yerle bir etmeyi amaçlarken, diğer yönüyle buradan sürülmesi planlanan 1 milyondan fazla Filistinlinin nasıl bir akıbetle karşılaşacağı belirsizliğini koruyor.

Bu senaryoda Gazze'nin tamamen ortadan kaldırılması ve bu topraklardaki Filistinlilerin Mısır'a doğru sürülmesi, hatta bir adım öteye giderek Batı Şeria'daki Filistinlilerin de Ürdün'e doğru sürülmesiyle Filistin'in "Filistinlisizleştirilmesi" düşüncesi dile getiriliyor. Senaryonun bir diğer uç boyutunda ise İsrail'de yaşayan yaklaşık 2 milyon Filistin asıllı İsrail vatandaşından "kurtulma" ihtimali bulunuyor.

Öte yandan İsrail'in Gazze'yi ve diğer bölgeleri olası bir Filistinlilerden arındırma planı, toplu cezalandırma, yasaklı silahların kullanılması ve benzeri hususlar elbet birer savaş suçu ve insanlığa karşı suç. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin soruşturması 2014'ten beri devam ediyor ve her bir suç unsuru kayda geçiriliyor. Uluslararası toplumun vicdanına ve uluslararası hukuka inanan herkes, gelecekte mutlaka bu suçların hesabının sorulmasını umut ediyor.

Filistin Sorunu ve Ortadoğu'daki Değişim

İsrail kanaatimce henüz 7 Ekim'in şokunu atlatabilmiş değil. Gazze'ye aynı gün başlayan ağır hava saldırıları ve büyük çoğunluğu sivil, binden fazla Filistinlinin katledilmesi ile Gazze'deki Filistinlileri elektrik, su, yakıt gibi temel gereksinimlerden mahrum bırakmak, maalesef henüz ilk reaksiyon gibi görünüyor.

Sonraki aşamada ise HAMAS'ı "cezalandırmak" için Gazze'de deyim yerindeyse taş üstünde taş kalmayacak. Ancak HAMAS'ın 7 Ekim operasyonu ve akabinde uyguladığı bazı politikalar, örgütün İsrail'in adımlarına karşı bir "B Planı" olduğunu gösteriyor. Bu husus, Gazze'deki bütün yıkıma rağmen başlaması olası kara operasyonuyla daha belirgin hale gelecektir.

Diğer taraftan Hizbullah'ın da savaşa müdahil olma ihtimali, İsrail'in günümüzde bu kez devlet dışı aktörlerle iki cepheli bir savaşa girmesi anlamına geliyor. Bu sürece Batı Şeria'daki Filistinliler ve İsrail içinde yaşayan İsrail vatandaşı Filistinliler de eklendiğinde, işlerin İsrail'in planladığı gibi gitmeyeceği ve daha sancılı bir dönemin yaşanabileceği ihtimali ortaya çıkıyor.

Netanyahu, HAMAS'ın 7 Ekim'deki saldırısından sonra yaptığı açıklamada "Ortadoğu'yu değiştireceğiz" demişti. İsrail'in atacağı adımların ve buna bağlı olarak başta HAMAS olmak üzere, Filistinliler ve diğer bölge aktörlerinin atacağı adımların Ortadoğu'yu gerçekten de değiştireceği görülüyor. Ancak bu değişimin Netanyahu'nun veya İsrail'in istediği yönde olma ihtimali oldukça zor. Zira günümüzde yaşananlar, on yıllardır çözülemeyen Filistin sorununun ortaya çıkardığı sonuçlar.

Filistinlileri Gazze'den sürseniz de Batı Şeria'da yaşamlarını zorlaştırsanız da Doğu Kudüs'te her türlü oldu-bitti yapsanız da Filistin topraklarının her yerinde yeni işgal yerleşim bölgeleri kursanız da Filistin sorunu olduğu gibi duracak ve yeni dinamikler üretecek. Bu noktada iki devletli ve Doğu Kudüs'ün başkent olduğu bir Filistin devletinin kurulması, geçmiş travmaları ortadan kaldırmasa da yeni travmaların ortaya çıkmasını engelleyebilir. Aksi takdirde Filistin sorunu çözülmedikçe ve Filistinliler insan onuruna yakışır bir şekilde güven içinde yaşamadıkça İsrail'in güven içinde yaşaması oldukça zor. İsrail'de 7 Ekim'le birlikte ortaya çıkan travma bunun en büyük delili.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA