Türkiye'nin en iyi haber sitesi
MUSTAFA YETİM

İran-İsrail Çatışması: Gazze İşgalinde Farklı Safha ve “Dehşet Dengesi” Senaryoları

Hamas-İsrail arasındaki sınırlı çatışmalar ile başlayan Gazze işgalinin Levant bölgesi ile Mısır-İsrail arasındaki bölgede belirli krizleri tetikleyebileceği öngörülmüştü. Buna paralel olarak İran-İsrail arasında doğrudan savaş ihtimalleri ile bölgede çatışmacı iklimin genişleme ve derinleşme senaryolarına sıklıkla dikkat çekilmişti. Bu bağlamda başından itibaren Gazze İşgal sürecinin bölgede tahmini zor çatışma dinamiklerini harekete geçirme potansiyeline sahip olduğu ve coğrafi olarak oldukça küçük bir alan olmasına rağmen yerel, bölgesel ve hatta kontrol edilememesi durumunda küresel gerilimlerin kesiştiği noktaya işaret ettiği vurgulanabilir. Uluslararası hukuk, siyasi hesaplar ve coğrafi gerilimler gibi belirli normatif ve materyal çıkarların kesişim alanına dönüşen Gazze İşgalinde 1 Nisan itibari ile farklı bir aşamaya geçildiği ve "kontrolü zor oyun kuralları" olarak ifade ettiğimiz İran-İsrail dolaylı çatışmalarının doğrudan savaş ihtimallerine evirildiği gözlenmiştir.

"Normalleşme"den Kutuplaşmaya

Bölgede özellikle ABD Başkanı Donald Trump liderliğinde başlayan ve Arap Ayaklanmaları süreci ile gerilen ilişkileri tamir etmeye ve yeni bölgesel statüko oluşturmaya odaklanan İsrail ile normalleşme sürecine girilmesi durumu Gazze İşgali ile İsrail ve bölge ülkeleri arasında yeni gerilimleri tetiklemiştir. Arap Ayaklanmaları farklı gerilimleri beraberinde getirirken İsrail ile normalleşme süreçlerini de kapsayan ve yeni bölgesel eğilim olarak beliren normalleşme süreçleri 2018-2019'dan itibaren bölgede farklı boyutları kapsamıştır. Bu durum İran-Suudi Arabistan, Esad Yönetimi ile bölge ülkeleri ve Katar ile ablukacı ülkeler olan Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn gibi ülkeleri de kapsamıştır. Bu normalleşme eğiliminde en önemli boyut İsrail ile Körfez aktörler arasında ve temel hedeflerinden birinin İran'ı dengeleme olan normalleşme girişimleri olmuştur. Diğer taraftan İsrail ile normalleşme sürecinin en bariz yapısal/ideolojik engeli Filistinlilerin uzun yıllardır işgal rejimi altında yaşaması ve çok boyutlu sorunlarla karşı karşıya kalması durumu 7 Ekim saldırıları ile söz konusu süreci sekteye uğratmış ve bu süreçten sonra bölge yeni bir kutuplaşma sürecini tecrübe etmeye başlamıştır.

Bu süreçte bazı aktörler arabulucu-kolaylaştırıcı roller ile Gazze İşgalini sonlandırma yönünde tutum sergilerken diğerleri Gazze'ye insani yardım başta olmak üzere uluslararası alanda Filistinlilere güçlü siyasi, ekonomik ve hukuki destek sunmuştur. İran öncülüğündeki "direniş bloğu" aktörleri ise Beşar Esad yönetimi haricinde İsrail ile dolaylı ve hibrit yöntemlerle çatışma stratejilerini benimsemiştir. Bu bağlamda İsrail ile doğrudan çatışma stratejisi benimseyen İran destekli bu aktörler İsrail'i Hizbullah üzerinden Levant bölgesinde, Husiler üzerinden ise Yemen'de rahatsız etmeye ve İsrail'in askeri yetersizliklerini ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Bu doğrultuda Hamas'ın "ortadan kaldırılması" durumunu kırmızı çizgisi olarak ifade eden İran destekli devlet dışı oluşumlar ve özellikle Hizbullah, İsrail'in Kuzey bölgesine yoğun askeri saldırılar gerçekleştirmiş ve adeta İsrail'e Gazze dışında ikinci cephe ihtimalini mecbur kılmıştır. İran'ın tam desteği ile gerçekleştirilen İsrail'e karşı söz konusu dolaylı ve hibrit savaş süreci kapsamında İsrail ise Levant bölgesini adeta "askeri operasyon" bölgesine dönüştürerek bu bölgeyi İran-İsrail çatışma alanına dönüştürmüştür. Böylelikle söz konusu bölgede modern devlet olgularının silikleşmesine de yol açan gelişmeler neticesinde İran devlet dışı oluşumlar üzerinden, İsrail ise kendi askeri kapasitesi aracılığı ile kontrolü zorlaşmasına rağmen Nisan ayına kadar geleneksel çatışma kurallarını devam ettirmiştir.

İsrail-İran Çatışma "Dengesi"nde Zorlanan Gelenekler

Geleneksel olarak İran'ın Lübnan-Suriye eksenindeki devlet dışı silahlı aktörler üzerinden, İsrail'in ise başta örtülü operasyonlar, suikastlar ve çeşitli askeri saldırılar ile yürüyen İran-İsrail çatışma dengesinin ve iki aktör arasında var olan caydırıcı kabullerin son gelişmeler üzerine dönüştüğüne şahit olmaktayız. İsrail'in 1 Nisan'da İran'ın Şam'daki konsolosluk binasına saldırarak burada İran Devrim Muhafızlarından üst düzey iki generalin de aralarında bulunduğu bazı subayları hedef alması bunun ilk işaretiydi. Sonrasında konsolosluk-elçilik binası İran'ın topraklarını ve egemenliğini kapsadığı için İran tarafı buna sert cevap vereceğini ifade etti ve mesele İsrail ile İran arasında dolaylı-hibrit savaş yöntemleri ile sürdürülen çatışma dinamiklerinin doğrudan bir zemine kaymasına yol açtı. İran tarafından geçmiş dönemde de benzer tehditler gelmesi bazı yorumcuları çatışmaların bu nokta da dondurulacağı fikrine yöneltse de caydırıcı dengenin İsrail lehine evrildiğini ve cevap vermediği takdirde İsrail'in "operasyon sahası"na dönüşme riski taşıdığını hesaplayan Tahran rejimi, 13 Nisan'da "alışılmadık bir karşı misilleme" gerçekleştirmiştir. 1100 km mesafeden 30 Pave Seyir ile 120 Hayber Şeken, İmad ve Kadir Balistik füzeleri ve 170 Şahid droneları ile yapılan karşı saldırı, sadece küresel alanda değil bölgesel alanda da 2000 km'yi aşan uzun menzilli füzelere ve kayda değer hava, deniz ve kara gücüne sahip bu iki aktör arasında direkt çatışma senaryolarını ve bölgesel "dehşet dengesi" ihtimallerini beraberinde getirmiştir. Keza 19 Nisan'da bu defa İsrail'in İsfahan'ı füzelerle vurması tarafların yeni dengenin nerede inşa edileceğine yönelik anlaşmazlıklarını göstermektedir. Söz konusu İsrail saldırısının sınırlı olması ve İran tarafından yapılan ilk açıklamalarda saldırının önemsiz gösterilmesi ikili çatışmalarda geleneksel kurallara dönme niyeti olarak okunabilir.

Diğer taraftan tırmanmanın kontrolden çıkma durumu daha riskli senaryolara yol açabilir. İran'ın nükleer teknoloji kapasitesi ve Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme (NPT) anlaşmasına İran'ın aksine taraf olmayan İsrail'in nükleer silahlara sahip olduğunu düşündüğümüzde yeni gelişen "dehşet dengesi" gelişmelerinde nükleer risk de gündeme gelmektedir. Keza son yapılan açıklamalarda İsrail'in İran'ın nükleer kapasitesine yönelik saldırılar yapacağı argümanları ve İran'ın bu bağlamdaki karşı tehditleri "çatışmalar silsilesi"ni bu defa küresel müdahalelere de kapı aralayacak noktalara taşıyabilir. Dolayısı ile daha önce İran'ın "gölge mücadele" ile Kudüs Gücü üzerinden koordine ettiği Lübnan, Suriye ve Yemen'deki devlet dışı silahlı oluşumlar vasıtasıyla İsrail'i caydırma ve yıpratma stratejisinin yeni denklemde hem ittifak içerisinde olduğu aktörler üzerindeki etkisini yitirmeme hem de İsrail'e karşı güç dengesini koruma gerekçeleri ile "ortaya çıkma" şekline evirildiği söylenebilir. Buna karşılık söz konusu yeni durumu İsrail'in konsolosluk saldırısının ortaya çıkardığı belirtilmelidir. Diğer bir ifade ile ilk olarak İsrail geçmişteki gibi örtülü operasyonlar ve İran vekillerini hedef almaktansa direkt olarak İran'ı sahanın içerisine çekmek istemiştir. Bu yeni durumda caydırıcı dengenin nerede inşa edileceği, tırmanmanın hangi boyuta kadar taşınacağı ve çatışmaların kontrol edilip edilemeyeceği durumu Gazze İşgalinin geldiği ve bölgesel aktörleri direk olarak meseleye dahi etme potansiyeli taşıyan bir süreçtir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA